Kitap Tanıtımı: Omurgasızlaştırılmış Türklük

Kitabın Yazarı: Prof. Dr. Şaban Teoman DURALI
Kitabın Adı: Omurgasızlaştırılmış Türklük
Yayınevi, Basım Yeri ve Yılı, Sayfası: Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, 206 sayfa.

Türk akademik hayatında felsefe ve düşünce sahasına hediye ettiği birbirinden değerli kitaplarla tanıdığımız Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı, Türklüğün nasıl omurgasızlaştırıldığını bu kitapta anlattı.

Öncelikle kitabın ihtiva ettiği dönemi ve tartıştığı başlıkları belirtelim. Kitap, Türklerin Orta Asya’da ve Anadolu’da kurdukları devletlerden, kültürel sahada diğer milletlerle olan ilişkilerinden, felsefe ve bilimde bir düşünce sistemi kurmalarından ya da kuramamalarından, son olarak tüm bunların karşısında Batı emperyalizmiyle olan cepheleşmelerinden söz ediyor.

Omurgasızlaştırılmış Türklük; İran medeniyeti, devlet geleneğinin inşası, Tanzimat dönemi, İngiliz-Yahudi medeniyeti vb gibi daha birçok konuyu dolu dolu bir düşünce yoğunluğuyla ele alıyor.

Buradaki omurgasızlık tam olarak neye düşüyor? İçeriden, bile isteye kurgusu yapılmış bir eylem mi yoksa yüzyılları aşan bir dış güçler muhalefetiyle ortaya çıkan bir zafer mi? Omurgasızlık bir alanda mı yoksa bir milletin sosyal, siyasal, kültürel, dinî alanların tamamında mı kendini gösteriyor?

Buradaki omurgasızlık, son üç asırdır Türk medeniyetinin içinde bulunduğu siyasî sıkıntılardan dolayı İngiliz-Yahudi Medeniyeti eliyle Türk milletine şırınga edilmiş bir omurgasızlık. Bunun şiddetlendiği dönem ise pozitivizmin aydınlarımız arasında tek geçer akçe olduğu dönem olan Tanzimat devri. Merkezde bu tarihî dönemecin olduğunu, tartışılan bütün meselelerin gelip dayandığı noktanın burası olduğunu bilmemiz gerekiyor. Kitaba yönelecek okur, 1200 yıllık Türk dili metinlerinin biçim ve içerik yönünden değerlendirilmesinin yapıldığı sayfalardan birden Tanzimat’la ve Cumhuriyet Türkiyesi’yle birlikte imha edilen bir dile seyahat yapabilir. Şimdi, yukarıda belli başlıklara ayırdığımız meselelerden dile öncelik vererek Omurgasızlaştırılmış Türklük’ü anlamaya çalışabiliriz.

Sayın Teoman Duralı, kitabında cihangir devletler kurup da dilini bunca ihmal eden başka bir devletten bahsetmenin güç olduğunu vurguluyor. Bunun da dilsiz duygu ile bir düşüncenin var edilemeyeceği sonucunu doğurduğunu söylüyor. Bir felakete kapı aralayan bu durumda felsefe alanında bırakın telif eser ortaya koymayı tercüme bile yapılamayacağı serzenişinde bulunuyor: “Dilsiz duygu ile düşünce olamayacağına göre, bundan böyle felsefe-bilime ilişkin, telif şöyle dursun, tercüme bile yapılamaz. Şiire gelince; o da nasıl olsa ‘kuş dili’yle iş görür olmuştur.”

Bilgeliğin Türk dili ile bin yılı aşkın bir süredir taşındığını, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli, Yusuf Has Hacip, Ali Şir Nevai gibi zatlar üzerinden anlatan Teoman Duralı, Türk yazı dilinde biçimlenen bilgelik ve hikmet edebiyatının felsefebilime vücut vereceği sırada Tanzimat’ın akametine uğradığını yazıyor. 20. asrın ilk çeyreğinde millî kültür mirasında ortaya çıkan bir “mutasyon” buna sebep olmuştur.

Sayın Duralı Hoca, Müslüman Osmanlı Türkü’nün Anadolu’dan Orta Asya’ya sürülmesi gerçekleştirilemeyince, kültür varlığının başkalaştırılma yoluna gidildiğini belirtiyor ve “Başta yazı düzeninin tamamıyla değiştirilmesiyle millî-maşerî hafıza silinmiş, ameliyat da böylece başarıyla sonuçlandırılmıştır” diyor. Teoman Duralı ayrıca, yazı ve dil devriminin köklü bir İslâmsızlaştırma, redd-i miras/geçmişi tümüyle reddetme hareketi olduğunu belirtiyor.

Müslüman Osmanlı Türk kimliğinin vasfına da değinen Duralı: “Türklüğün öteden beri hâkim özelliği olan askerî savaşçılığın herkes için geçerli kılınması keyfiyeti, Osmanlı devlet ile toplum yapısının esasını teşkil etmiştir. Aynı durum din için de söz konusudur. Nasıl ki eli kılınç tutabilecek adam, muharebe meydanında arzıendam ediyorsa; akıl baliğ öğrenim görmüş herkes namaz kıldırabilecek kadar dinî bilgilerle mücehhez idi. Bunlardan anlaşılacağı üzere, askerî-mülkî ile ruhban ile ruhban olmayan (laique/laik) ayrımının, Tanzimat sonrası döneme değin Müslüman-Türk özellikle de Osmanlı Tarihi’nde yeri olmamıştır” diyerek Müslüman Osmanlı Türklüğünün doğru bir şekilde anlaşılması ve idealize edilmesine değiniyor.

Kitapta İran’a da yer ayrılmış. Türklerin, İran’ın “üstün devlet idare sanatını” içselleştirdiklerini, kalburüstü İranlı devlet adamlarını bünyelerine kattıklarını, gerek din gerekse medeniyet olarak İslâm’ı, İran üzerinden benimsediklerini anlatan Duralı, “Bu sebeple başta dinî ıstılahlar olmak üzere, Farsçadan önemli sayıda söz ile diğer dilbilgisi unsuru Türkçe’ye peyderpey ithal olmuştur” diyor.

Kitapta; Osmanlı Türklüğünün İslâmsızlaştırılması, Osmanlı’nın felsefeyle ilişkisi, modernleşme ve İslâmcılık konularına da değiniliyor. Modernleşmenin, kadının erkekleştirilmesi üzerine etkisiyle ilgili tespitler de ifade ediliyor.

Teoman Hoca, Türklüğün hakiki mecrasından sapmasını ise şu şekilde özetliyor: “Tanzimat aydının, Fransız ihtilaliyle zuhur eden pozitivizme karşı bir kucak dolu sevgi sunması nasıl içi boş bir ruh ortaya çıkardıysa, birtakım Alman subaylarca ithal edilen kavmî milliyetçilik de bu dönemde ortaya çıktı. Bunun ızdırabını maalesef bugün de yaşıyoruz. Kavmî milliyetçilik bir yana, kavimlilik mefhumu dahi, tarihî-millî zihniyetimizin sisli puslu en ücra köşelerinde yer tutmamışken, 1910’lara gelindiğinde, şiddetli ve hiddetli bir humma şeklinde bedenimiz ile nefsimizi baştan ayağa kaplamış görünüyordu.”

Sayın Duralı, yeniden ihya ve inşa için yani bir anlamda kurtuluşun reçetesini de vermiş: “Kurtuluş, aklın ışığında toparlanıp yeniden yapılanmadadır. Taklit; teslim olma, giderek yok olmak demektir. İlk ve büyük taarruz, millî-toplumsal hâfızanın kurtarılıp diriltilmesi cihetinde olmalı. Bu cümleden olmak üzre, klasik yazımızın Latin abeceli yeninin yanına yerleştirilmesi; ardından dilimizin köklü onarımına girişilip -başta zengin tasavvur içerikli söz dağarı olmak üzere- tüm görkemiyle yeniden yapılandırılması; geleneksel mimarîmizin günün şartlarına uygun tarzda geliştirilmesi; musikimiz ile edebiyatımızın ihyâsı ve nihâyet topyekûn eğitim-öğretim, iç ve dış siyâset, hukuk ile iktisât nizâmımızın tekrar şekillendirilmesi zorunludur.”

Duralı, yukarıda bahsettiğimiz kurtuluş reçetesinin yanına şunları da ekler: “Çağımızın Türklüğü, manevî değerlerle temellendirilmiş âdil bir iktisat nizamı oluşturarak millî toplum (sosyal) devletini vücuda getirmek zorundadır. Devletin millî olmasının anlamı, medeniyetin eğitim-öğretim, siyaset, iktisat ve askerlik cephelerinden giriştiği amansız saldırılara karşı koyma iradesi ve istidadını bulundurmasıdır.”

İslâmcılık hakkında da yorum serdeden Teoman Hocamız şunları söylüyor: “Sonuçta İslâm, ilahî bir yapıdır. İslâmcılığın ‘-cılığ’ı ise ilahî yapıyı ifade eden ıstılaha, beşer mamulü bir inşayı dile getirir bir ekin takılması olup ‘-cılık, -cilik’, dondurulmuş, yani eleştirellik yetisini yitirmiş felsefe-bilim sistemi anlamına gelen ideolojiye âlemdir. O halde İslâmcılık, son derece yanlış ve kerihtir. İslâm’ı ideolojileştiremezsiniz. Olsa olsa İslâm’dan esinlenmiş bir ahlak-toplum düzeni, hatta ideoloji vücuda getirilebilir. Bu da ancak toplumculuk-paylaşmacılık olabilir. İslâm da elbette esinlediği sistemin, ideolojinin günahından da sevabından da sorumlu tutulamaz.”
Kitap, Teoman Hocamızın diğer kitapları gibi dolu dolu olup gerçekten de okunmaya değer.

Mehmet Deri (Editör, Araştırmacı-Yazar)