Araştırmacı Yazar Mehmet DERİ’in Değerli Hocamız Teoman DURALI ile yapmış olduğu röportajı bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyoruz.
Kasım 2006’da, Sayı: 220, İlkadım Dergisi için Prof. Dr. Teoman Duralı ile
yaptığım röportaj
Yazılarınızda sık sık Çağdaş/ Küresel İngiliz-Yahudi Medeniyetinin temelini oluşturan sermayeciliğin, sömürgeciliğin ve emperyalizmin birbirleriyle payanda, iç içe geçmiş daire gibi olduğunu söylüyorsunuz. Bu bağlamda sermayeciliğin, sömürgeciliğin ve emperyalizmin; kapitalizm ve sekülerizm ile olan ilişkisini tarihî arka plan ve günümüz açısından değerlendirir misiniz?
On altıncı yüzyıl sonlarında Avrupa’nın batısı ile kuzeybatısında yeni bir oluşum baş göstermiştir. Oluşumun merkezi Fransa’ydı. Katolikliğe karşı on ikinci yüzyıldan beri esen yel, artık fırtına boyutlarına erişmekteydi. Tanrıdan el almış ruhban taifesine karşı ruhban olmayan zümre kalkışma halindeydi. Ruhban olmayan, yani laik zümre de asilzade, savaşçı (şövalyeler mesela) toprak zadegânı, fakir fukara zanaatkâr, rençber ile toprak köleleri olmak üzere sınıflara ayrılmıştı. On üçüncü yüzyılda toprağından kopmuş zadegân ile el emeğiyle maişetini temin etmeyen kişilerin oluşturmağa başladığı yeni bir sınıf zuhur eder olmuştur. Bunlara kentsoylu/burjuva denilmiştir. Toprak zadegânının Ortaçağdaki derebeyliği düzenine karşı kentsoyluların arasında bir ideoloji ortaya çıkar olmuştur: Hürriyetçilik (Liberalizm). Hürriyetçilik, on sekizinci yüzyılın ortalarında Felemenk’te, ama bilhassa İngiltere’de yerini yeni bir ideolojiye terk etmiştir: Mali Sermayecilik (finans Kapitalizm). Bunun iki kurucu unsuru olmuştur; toprağını terk eden İngiliz zadegânı ile para işleriyle uğraşan Yahudiler. Bunlar, İngiliz zadegânının teşebbüs gücünü paraları ve bilgileriyle desteklemişlerdir. Bu izdivacın sonucunda ABD doğmuştur. Üretileni pahalandırmadan kâr hadlerini yükseltmek için ele geçirilmiş sömürgelerden, hammaddenin ucuza kapatılması elzem olmuştur. Gelişmeye kapalı bir felsefe sistemi demek olan ideoloji, insanüstü ve doğaötesi bir kudretin inayeti olduğuna inanılan dinin yerini alır olmuştur. 1789 Fransız ihtilali yoluyla ideoloji ve onun siyasi ile iktisadi düzenleri İngiltere’den Fransa üzerinden Avrupa’ya sokulmuştur. 1787-88’den itibaren de ABD’de boy göstermiştir. Sömürgeciliğin ve onun dünya çapındaki silah ve öğretim yolu ile yaygınlaştırılışının (emperyalizm) günümüzde aldığı biçim “küreselleşmedir”. Bu bağlamda; sermayecilik, sömürgecilik, emperyalizm ve küreselleşme daire daire iç içedirler ve birbirlerinden beslenip birbirlerinin destekçisidirler. Sermayecilik ideolojisinin dayanağı ise emperyalizmdir. Küreselleşme, emperyalizmin bir görünüşüdür, cephesidir. Bütün bunlar benim, Çağdaş İngiliz – Yahudi Medeniyeti diye isimlendirdiğim ideolojinin en önemli boyutlarını oluşturur.
“Çağdaş/ Küresel İngiliz Yahudi Medeniyetinin amacı düşünmeyen, merkezin emrini yerine getiren, vicdandan mahrum kimseler oluşturmak. Bütün bunları da hafızamızı silerek bizleri kimliksiz ve düşüncesiz bırakmak; dolayısıyla direnme gücümüzü yok etmek için yapıyor” diyorsunuz. O halde hafızamızı, yeniden ve doğru bir şekilde inşa etmek, kendi temel dinamiklerimizle düşünebilmek, aslî kimliğimizi bulmak ve direnme gücümüzü kazanmak için neler yapmalıyız? Bu konuda bizlere ne gibi görevler düşmektedir?
Her şeyin başı öğretim ve öğrenimdir. Aileden başlaması elzem olan Müslümanlık terbiyesi, okulda öğretimle devam etmelidir. Bu öğretimin en önemli kısmı, eski yazımızın ve buna muvazi klasik dilimizin (Osmanlı Türkçesinin) doğru düzgün öğretilmesidir. Matematik ile doğa bilimlerinin yanı sıra sağlam, İslam ağırlıklı milli tarih, dört başı mamur (divan edebiyatı) edebiyat ile Türkçe dilbilgisi, zengin söz dağarcığı (Türkçenin tekrar İslamlaş/tırıl/ması) ile hem nazariye hem de uygulama yoluyla dini ve ahlaki değerler kazandırılmalıdır. Bu söylediklerim, ilköğrenim sıralarından başlayarak ortaöğretimin sonuna değin sürmelidir. Böylece kaybettiğimiz hafızamızı tekrar kazanma imkânını elde edebiliriz. Eğitim-öğretim-öğrenim büyük değişim ile dönüşümün devindiricisidir (dinamo). Gerek orta gerekse yükseköğretimde İngilizce öğretilmeli, üstelik yoğun bir biçimde. Bununla birlikte, ecnebi dilde öğretim yapılmamalı. Basın-yayın, reklâm ile müstehcenlik furyalarının önü kesilmelidir.
“Küreselleşme bütün insanları tek bir biçimde giyinmeye, yemeye, içmeye, yaşamaya ve düşünmeye zorlamaktadır. Küreselleşmeye göre her insan, üniforma giymiş gibi ‘tek tip’ olmalıdır” gibi haklı ve de doğru bir tespitiniz var. Buna göre çağdaş/küresel medeniyetin tek tipçi anlayışı ile İslam’ın çoğulcu anlayışını mukayese eder misiniz?
Cinayet, hırsızlık, zina ve benzeri kamu suçu işlemek, sömürmek, suiistimalde bulunmak, çıplaklık/müstehcenlik, domuz eti yemek, alenen oruç bozmak türünden İslâm şeriatının “kamu”yu ilgilendiren yasaklarını çiğnemeyen tasarruflarda bulunulmadıkça, İslam medeniyeti dairesinde yer almış tek tek kültürler, âdet, gelenek ve göreneklerini sürdürmüşlerdir. Bunlar arasındaki çeşitlilik, renklilik dikkate şayandır, zenginliğin bir göstergesidir.
Hocam muhterem şahsınızın “Çağdaş Küresel Medeniyet” isimli çalışmanız var, bu çalışmanız Türkiye Yazarlar Birliği tarafından araştırma-inceleme ödülü almıştı. Bu çalışmanızı hangi ihtiyaç doğurdu ve bu çalışmanızla arzuladığınız hedef/ hedeflere ulaşabildiniz mi?
Sadece şu yahut bu toplumdan ibaret değil; artık, bütün insanlığı, bu arada kendi hayatımızı baştan aşağıya belirleyen çağımız medeniyetinin adı yok. Bilmenin ilk vazgeçilmez şartı, bilinmek istenenin adıdır. Çağdaş medeniyetin adı, aslı, esası nedir; nereden gelir, nereden kaynaklanır? Onu belirleyen kültürel, tarihi ile iktisadi boyutlar nelerdir? Bu sorulara felsefece sağlamlığı ve temellendirilmişliği temin olunmuş cevaplar bulmaktan daha acil, daha hayati bir ihtiyaç olabilir mi? İşte, bahse mevzu olan kitap, bu ihtiyaçtan hâsıl oldu.
Çağımız Müslümanlarının İslam eksenli bir medeniyetin yeniden inşası için hazır olduğu söylenebilir mi? Eğer hazır değilse, mevcut hazırlıklar için temel kriterlerimiz neler olmalıdır?
Hazır değil. Milli olsun yahut olmasın mahalli ve mevzi kültürler üstü bir kültür âlemi demek olan medeniyetin, bağrından yükseldiği, temel belirlenimlerini kendisinden devşirdiği bir odak vardır. O odak, medeniyetin merkez kültürüdür. Miladi 1200’lerin ortalarından itibaren İslam medeniyetinin merkez kültürü konumunu Türkler; Araplar ve İranlılarla paylaşmağa başlamışlardır. Günümüzde yeniden yapılanıp tersim olunacak İslam medeniyetini taşımağa hazır bir merkez, kültür şu an ufukta gözükmüyor. Ayrıca medeniyetin ‘mimari’sini gösterir şablondan, yani felsefe-bilim sisteminden tümüyle yoksunuz. Mesela yine, klasik İslam medeniyetinin ‘mimarbaşı’ (merkez mütefekkiri) Gazali’ydi. İşte böyle bir mütefekkir ve onun sisteminden mahrumuz. Din olarak Müslümanlık, “adalet” ve “ahde vefa” esaslarını vazeder. Dinden nemasını alan medeniyet de aynı şekilde “adalet” ile “ahde vefa”yı baş tacı etmiştir. Bundan böyle de etmelidir. Bu ne demek? Sömürünün, kötüye kullanmanın yasak olmasıdır. Helal olan, alın teriyle edinilmiş gelirdir. Sömürüyü kendine merkez kılmış malî sermayecilikle İslam’ın bağdaşması imkânsızdır.
İslam’ın öngördüğü medeniyet paradigması ile Çağdaş/ Küresel İngiliz Yahudi medeniyetin öngördüğü medeniyet paradigması arasındaki belli başlı farklar/ farklılıklar nelerdir?
Maneviyatın ve onun kurumlaşmış hali olan dinin, insan elinden çıkma maddeci/maddiyatçı ideolojinin yerine ikame edilmesi. Hak ve adalet düsturunun esas alınması, Allaha ve diğer insanlara karşı ödevleri bakımından insanın birey olması, buna karşılık siyaset ile iktisatta toplumculuk dayanışmacılık.
Allah’a kul olan insan bireyi, mantıkça, kul olan başka bir insan bireyinin kölesi olamaz.
Allah ile her birey birebir karşı karşıya, yan yana, iç içedir. Araya bir başka var olan giremez. Müslümanca yaşamak, aşırılıklardan kaçınıp orta yolun yolcusu olmayı gerektirir.
Kişiler, menkul ile gayrimenkul cinsinden emek mahsulü mal-mülk sahibi olabilmelerine karşılık, zekât, öşür ve benzeri vergilerle, tekelleşme ile aşırı zenginliğe çıkan yol önlenir. Emek bir ibadet türüdür. Meşru miras hakkı dışında emek dışı gelir, haramdır. İnsanlara hizmet etmeyen yahut edemeyen işe yaramazların dahi insanca yaşama hakkı olmakla birlikte, üstün hizmet erbabının itibarı ile maddi refah seviyesini paylaşamazlar. Seviyenin tek ölçüsü, “ihlâs”tır. Eşitlik, bir tek, hukukta kanun karşısında olur. İsraf, şımarıklık, kibir, edepsizlik kötü olup mutlaka kaçınılması gereken durum ve tavırlardır. Bunlara yol açacak, sermayecilik (kapitalizm) türünden iktisat düzenleri eksenin bir ucunda sefilliğe, öbüründeyse sefihliğe zemin hazırlar. Her iki uç, insanlık için felakettir.
Toplumun terbiyece, edepçe, namus ile şerefçe; ilim, irfan, bilgi ile görgü bakımından en mümtaz, seçkin zümresi ulema şurasıdır. O, kamuyu ilgilendiren kararların, kanunların son onay makamı, danışma meclisidir. Bir çeşit senatodur.
İşlerin en müşkülü ahlaklı yaşamadır. Ahlak din kaynaklıdır. Kişiyi, ahlakî yaşamaya alıştıracak yol yordam ise ibadettir. Eğitimin, talim ve terbiyenin esasında ve özünde ibadet bulunur.
Din, yaşatır; hayata hizmet eder. Tersine, hayat, dine hizmet edemez. Bu anlamda din, doğrudan siyasetin aracı olarak kullanılamaz; beşerî ideoloji kılığına sokulamaz. Kutsal din adamları sınıfı İslam’la kabili telif değildir. Seçkin ulema zümresi de, kutsal din adamları sınıfı sayılmaz. Allah karşısında bütün insanlar kuldur. Kul üstü insan olamaz. Üstün ile alçak şeklinde ırk, kavim, dil ve cinsiyet ayırımı yapılamaz. Meslekler cihetinden farklılıklar var olmakla birlikte, sınıf farkı olmaz.
“Avrupalı sömürgeci ülkeler, gittikleri yerleri sömürgeleştirirken sadece o yerlerin maddî kaynaklarına el atmakla kalmamışlar, aynı zamanda Hıristiyanlığı da sömürdükleri ülkelere taşımışlardır. Ve yine Avrupalılar; alışkanlıklarını, kültürlerini, zevklerini ve dillerini de sömürdükleri ülkelere taşımışlardır” diyorsunuz. Bu bağlamda, Avrupa’daki sömürgeci/ emperyalist/kolonyalist hareketlerin; Hıristiyan misyonerliğinin altyapısının oluşmasında ve dünyaya yayılması/yaygınlaştırılmasındaki rolü nedir?
Hıristiyanlık, sömürgeciliğe, emperyalizme yarasın diye ortaya çıkmadı. Tersine, Müslümanlık gibi, saf/tahrif edilmemiş Hıristiyanlık da sömürü ve sömürgeciliğe tümüyle karşıdır. Hz. İsa’nın bildirdikleri, dediklerimin delilidirler. Ne var ki Hıristiyanlık tarihi seyrinde, Batı Avrupa’da, bu arada İngiliz’in elinde inhiraf ettirilip tahrip olmuştur. İşte şu saptırılmış/tahrif edilmiş Yeniçağ Batı Avrupa Hıristiyanlığı, sömürgecilik ile emperyalizmin akıncısı rolüne soyun/durul/muştur. Hıristiyanlaştırılmak suretiyle yerli halklar, boyunduruk altına alınmağa hazır hale getirilmişlerdir. Sürecin başını çeken eğitim ve öğretim olmuştur. Kilise, okul; papaz/keşiş de öğretmendir aynı zamanda. Hıristiyan şeriatı İngiliz’in, Felemenklinin, İsveçlinin, Fransız’ın, İspanyol’un, İtalyan’ın, Portekizlinin kültür çerçevelerinde tedris olunmuştur. Bununla ilgili örnekleri “Çağdaş Küresel Medeniyet” adlı kitabımda ayrıntılı olarak veriyorum.
AB’ye girişimizle birlikte ayağımızın altındaki tabure çekilecek ve idamımız infaz edilecek. Bizi AB’ye ancak bölerek alabilirler. Elden geldiğince çok parçaya bölüp ardından AB’ye alacaklar.” diyorsunuz. AB’nin ülkemizi bölmek için oluşturacağı senaryolar hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz? Bu bölünmeye karşı bizlere düşen görevler ve almamız gereken tedbirler nelerdir?
Bölünmemizi canla başla savunan, emperyalizme kendilerini satmamış olduklarına inanan kimi gafil ahmaklarımız, kurulacağını umdukları milli devletin de on parçaya bölündüğünü gördüklerinde gaflet uykusundan uyanacaklar. Ama artık iş işten geçmiş olacak. Örnek mi? Pek çok örnek var. Osmanlı Devletini yıkanlar, sözgelişi birleşik bir Arap devletine mi kavuşmuşlardır? Nerede gezer? Yugoslavya, Sovyetler Birliği, Hindistan… Say sayabildiğin kadar. Sırada kapı komşumuz Suriye, İran; Nijerya ile Endonezya var. İş, bir kere bölünmekte kalmıyor. Bölünenler de bölünüyor. Ta nereye dek? Herhalde aşirete, kabileye dek. Belki onları da akraba taallûkata kadar bölecekler. Milletler, toplumlar, devletler parçalandıkça sömürü de kolaylaşır. İşte, bugün bizlere kıyasıya bir biçimde dayatılan formların anlamı da, bu bölünmeyi kolaylaştırmayı amaçlamaktadır. Lahmacun ve kokoreç yemeyeceksin, diyerek, Noel’inden paskalyasına kadar kendi formlarını iyice yerleştirecekler. Bu işin bir ayağı da içeriden yürütülüyor. Peygambersiz Müslümanlık gibi saçmalıklarla, geçmişteki kimliğimize dair ne kadar dayanak noktamız varsa elimizden alınmaya çalışılıyor. Yukarıdan birileri de bu süreci hızlandırmaya çalışıyor.
Türkiye’yi, şu anki mevcut durumuyla, keyfince boyunduruk altına alıp sömürmek, koca bir somun ekmeği bir lokma halinde yutmak gibi bir şey. Hâlbuki bölüp parçalayarak bunu ne kadar da kolay becerebilirler. İşte örnek, Yugoslavya; Sovyetlerden koparılmış Gürcistan. Bölünmeğe, parçalanmağa bir türlü doyamıyorlar.
Bir nebzesi dahi kalmış olsa; insaf, izan, şeref ve haysiyet sahibi her bir kişi, ülkesinin, vatanının bölünmesine, parçalanmasına karşı var gücüyle çıkmak, savaşmak mecburiyetindedir. Bu, doğmuş doğmamış çocuklarımıza, torunlarımıza, bilcümle gelecek nesillerimize karşı boynumuzun borcumuzdur. Ecdadımıza da kan ve can borcumuzdur.
Son olarak neler söylemek istersiniz.
İnsanlık, dinin yanlış anlaşılması ile dünyevi çıkarlar uğruna kötüye kullanılmasından çok çekmiştir. Bu suiistimale tepki olarak ortaya çıkmış ve dini gündemden düşürmüş, dine cephe almış olan Yeniçağ dindışı Batı Avrupa ile Çağdaş Küresel İngiliz-Yahudi medeniyetlerinin yol açtıkları vahşetten de bir o kadar acılara katlanmıştır. Yirminci yüzyıl bildirdiğimizin en açık ve seçik kanıtını sunmaktadır. Hakikat “tek”tir. Hakikate götüren itikat ile ibadet yollarıysa çok çeşitlidir. Kimi dolambaçlı, dönemeçlidir; kimisiyse düz otoyoldur. Dârül-İslam’da hepsi ve her biri hoş görülür.
HAYATI:
1947 yılında Kozlu/Zonguldak’ta dünyaya geldi. İlköğrenimini Zonguldak’ta, ortaöğrenimini ise TED Ankara Koleji’nde tamamladı. Daha sonra girdiği İstanbul Üniversitesi’nde lisans (1973), lisansüstü ve doktora (1977) derecelerinde biyoloji ve felsefe öğrenimleri gördü. 1975’te asistan, 1982’de doçent, 1988’de ise profesör oldu. Hocamız, Dünya Bilim Tarihinde Biyoloji Felsefesi üzerine ilk eser veren saygın bir bilim adamıdır, hem biyolojiden hem de felsefeden iki(2) doktora sahibidir. 1988’den bu yana İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Felsefe Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
KİTAPLARI
1. “CANLILAR SORUNUNA GİRİŞ / Biyoloji Felsefesiyle İlgili Araştırma”, 1. baskı: İst. Üniv. Ed.F. Yayımları: 3102, İstanbul, 1983; 2.baskı: Remzi Kitabevi, İstanbul, 1982 (87-34-Y-0030-0013. Temel dizi: 16).
2. “BİYOLOJİ FELSEFESİ / Canlı ve Kültür Sorunlarını Araştırma Alanı”; Akçağ Yayımları (81), Ankara, 1992. (ISBN: 975-7568-85-6. İnceleme-Araştırma: 19).
3. “ARİSTOTELESte BİLİM ve CANLILAR SORUNU”; Çantay Kitabevi, İstanbul, 1995 (ISBN 975-7206-01-6).
4. “YENİÇAĞ AVRUPA MEDENİYETİNDEN ÇAĞDAŞ İNGİLİZ-YAHUDÎ MEDENİYETİNE”; İz Yayımcılık, İstanbul, 1996 ISBN 975-355-206-8).
5. “A NEW SYSTEM of PHILOSOPHY-SCIENCE from the BIOLOGICAL STANDPOINT”; Peter Lang (Europäischer Verlag der Wissenschaften), Frankfurt/Main – Berlin – Bern – New York – Paris – Wien, 1996 (ISBN 3-631-492154; US-ISBN o-8204-3152-4).
6. “GILGAMIŞ DESTANI” (Giriş ile Tercüme: Teoman Duralı); Çantay Kitabevi, İstanbul, 1998.
7. “FELSEFE-BİLİMe GİRİŞ”; Çantay Kitabevi, İstanbul, 1998 (ISBN 975-7206-202)
8. “ÇAĞDAŞ KÜRESEL MEDENİYET/ Anlamı/ Gelişimi/ Konumu”; Dergâh Yayımları, İstanbul, 2000.
9. “TEOMAN DURALI’YLA ÜÇ KONU/ŞMA / Bilim – Felsefe – Evrim Teorisi”; İstanbul Yayımları, İstanbul, 2002.
10. “SORUN NEDİR?”; Dergâh (ISBN 975-995-033-2), İstanbul, 2006.
11. “FELSEFE-BİLİM NEDİR?”; Dergâh (ISBN 975-995-026-X), İstanbul, 2006
Konuşan. Mehmet Deri
Kaynak: http://www.sosyalbilgiler.gen.tr/prof-dr-teoman-durali-hocamizla-raportaj/