Prof.Dr. Teoman Duralı: İslami Yaşam Özal’la Buharlaştı

Felsefe profesörü Teoman Duralı, “Son 20 yıldır garip bir tezat, Turgut Özal’la birlikte bu İslami yaşayış buharlaştı Türkiye’de. Sanayileşme hamlesiyle Türkiye geleneklerinden iyiden iyiye koptu” diye konuştu.
*****

Felsefe profesörü Teoman Duralı, ahlaklı olmanın yolunun din eğitiminden geçtiğini söylüyor. Yeni Şafak gazetesinden Emeti Saruhan’a konuşan Duralı, “Her din eğitimi gören ahlaklı olmaz ama ahlaklı bir insan olmak için din eğitiminden geçmeli. Çünkü o bir tertip kazandırıyor. Nasıl ki savaşa giden adam talim terbiye görüyorsa ahlaklı olan adamın da talim görmesi gerekir. Bu da ibadetle sağlanır” diyor.

Kırklareli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yapan Profesör Şaban Teoman Duralı, sıra dışı kişiliği ve entelektüel birikimi ile tanınıyor. Kendisi hakkında bilgi sahibi olmak için geçtiğimiz yıl yaptığımız sohbeti adresinden okuyabilirsiniz. Bu hafta Duralı ile medeniyetimiz ve eğitim sistemimiz hakkındaki düşüncelerini konuştuk. Duralı zaman zaman sert ve çarpıcı ancak isabetli tespitlerde bulunuyor. Duralı ile İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde konuştuk.

Küresel medeniyetin sunduğu imkânların altında ezilmekten ancak kul hakkını tanıma gibi temel İslâmî düstûrlarla kurtulabiliriz sözleriniz bir yol gösterme mi?

Çok basit aslında çıkış ama mümkün de gözükmüyor. Öyle bir silah ki küreselleşme, öyle bir bomba ki! Amerikalıların geliştirdiği ve Afganistan’daki El Kaide ve Taliban mücahitlerine karşı kullandığı, zeminden bir kaç yüz metre aşağısını etkileyen bombalar gibi. Küreselleşmenin arkasındaki sermayeciliğe karşı çıkamıyorsunuz. Birkaç insan vardır karşı çıkabilen ama bir şey değiştiremezler. Kitle bu cazibeye bir sel gibi kapılmış gidiyor. Herkes böyle olmak istiyor. Karşı çıkayım diyenler de kapılıyorlar. Arap Baharı’nın sebebi de budur. Oraya kapılanmak istiyorlar, başka bir dertleri yok. Ülkelerindeki çağdaşlaşma derecesiyle yetinmiyorlar. Nedir? Daha fazla tüketim maddesi gelsin ve ben bu tüketim mallarına erişme imkanına sahip olayım. Bu arada aç gezenler yok mu? Var. Bunlar fırın deviriyorlar mı? Deviriyorlar. Ama sadece bundan ibaret değil mesele.

BASKISIZ DEVLET OLMAZ

Bu ülkelerdeki rejimlerin baskıcı rejimler olmasının da etkisi yok mu?

Baskıcı olmayan bir devlet nerede var? Devlet baskıcıdır. Bu ABD’de de, İngiltere’de de, İsveç’te de böyledir. Nerede devlet varsa orada bir çeşit baskı vardır. Nerede aile varsa orada bir baskı olur. Terbiye dediğimiz şey aileden alınır ve baskı sonucudur. Başka türlü eğitilemeyiz. Sonsuz, sınırsız özgürlükle insan eğitilemez. Çocuk parmağını fişe götürdüğünde “yapma” dersiniz. Eğitirken yönlendirirsiniz, bu da baskıdır. Tamamen özgür bırakmak da bir baskıdır. Çünkü ne istersem yapabileceğimi kendim keşfetmiyorum. Baskı ille de kötü değildir. Bütün öğretmeler bir baskıdır. Baskının yönü önemli.

Bu devletlerin baskılarını olumlu buluyorsunuz o halde?

Geleneksel baskıcılık iyidir demiyorum. Ama baskı dediğiniz olay hiç bir vakit toptan ortadan kalkamaz. Tepeden gelen bir baskı yoksa bile mahalle baskısı vardır. Başka baskılar da söz konusu. Öyle devletler var ki çağdaş medeniyetin girdabına girmeye direndiler. Afganistan bunun güzel bir örneğidir. Bugünün düzeninin iyi gördüğü nesnelere erişemiyordunuz. Eşya, içecek, giyecek markaları yoktu. Çünkü bu sermayeci dünyanın sunduğu mallara bu adamlar ihtiyaç duymuyordu. Denildi ki “Sen gel bu mallara adam gibi ihtiyaç duy.” Satacak çünkü bu malları. O almazsa, bu almazsa nasıl kazanacak?

Önce ihtiyacı mı doğurdular?

İhtiyacı doğurmak okulla oluyor. Adamlar burada 1830’larda kolejlerini açtılar. Bir kültüre dil yoluyla girersiniz. Dil öğrendikten sonra o kültürle temasa geçiyorsunuz ve o kültür size neye ihtiyaç duyacağınızı öğretiyor. Fransa’da okuyanlar mümkün mertebe Fransız diş macunuyla dişlerini fırçalarlardı. O kültüre kapılanıyorsunuz. Afganistan ve benzeri ülkeler bunu kabul etmedi. Sonunda “Sen madem iyilikle adam olmuyorsun, dayak yiyeceksin” dediler. El Kaide, Usame falan bunlar bahane. Mutlaka bahane bulacaklar. Irak’ta bahane de bulamadılar öylesine girdiler. Sonuçta bu yeni bir baskıcılık getiriyor.

Bir kültürü enjekte etmenin okul yoluyla olduğunu söylemiştiniz az önce. Peki bizim eğitim sistemimiz nasıl olmalı?

Bir kere bizi en feci şekilde mahkum eden olay yazı ve arkasından gelen dil kırımı olmuştur. Çünkü hafızayı çalıştıran dildir. Dili ortadan kaldırdınız mı hafıza da bitmiş olur. Dilin ortadan kalkmasının ilk adımı yazıyla olmuştur. Peyami Safa, “Yeryüzünde milli kütüphanesine girip de iki satır okuyamadan çıkan tek nesil bizim neslimizdir” der. Cumhuriyet neslini kastediyor. Geçmişle bağınız olmadan geleceğe adım atamazsınız. Ben bunu her Allahın günü talebenin karşısında hissediyorum. Nece, nasıl konuşacağımı bilemiyorum. Her dile getirdiğim kavram havada kalıyor. Kavramsız bildirişmenin imkanı yok.

İBADET BU DÜNYA İÇİN LAZIM

O zaman önce dil eğitimi mi verilmeli?

Dil yazı iç içe olan bir şey. Nesilleri geçmişteki okumalara yöneltmek lazım. Onları eğitmek gerekiyor. Din eğitimi son derece önemlidir. Ahlaklı bir insan olmak için din eğitiminden geçmeli. Her din eğitimi gören ahlaklı olur demiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Ama ahlaklı olmanın yolu oradan geçiyor. Çünkü o bir tertip kazandırıyor. Nasıl ki savaşa giden adam talim terbiye görüyorsa ahlaklı olan adamın da talim görmesi gerekir.

İbadetler bunun için herhalde?

İbadet her şeyi yaradan, her şeye gücü yeten o kudreti memnun etmeye yönelik değildir. İbadet size, ona, buna, insanlara olan davranışlarımı ayarlama yönünden önemlidir. Disiplin altına alıyor insanları. Tam hakkını verdiğin takdirde ibadet zahmetli, zorlu, hayatı karartan bir şeydir. Ahlak disiplin isteyen bir şeydir. Çok zordur insanın kendini başkasına adaması. Ahdine vefa göstermesi olağanüstü bir şeydir. Ancak bu kadar zorlu ibadet sürecinden geçen kendini ona alıştırabiliyor. Bu dünya içindir ibadet, ahiret için değil. Ahirette bedensiz olacağız. İbadet bana bedenime hakim olmayı öğretiyor. Çünkü beden en önemli baskı araçlarından biridir. Bedenin isteklerini bastırmazsan onlar seni bastırmaya başlar. Bu sefer sen onları tatmin etmek için başka insanları bastırmaya başlarsın. Buna sömürü diyoruz.

İttihat Terakki’nin sorunu tecrübesizliğin getirdiği ahmaklık olabilir

Son günlerde Başbakan Erdoğan İttihat ve Terakki zihniyeti ile hesaplaşmadan bahsediyor. Sizin büyük dayınızın da İttihatçı olduğu söyleniyor. Bu bağlamda birinci elden bilgileriniz vardır. Nasıl değerlendiriyorsunuz İttihat ve Terakki’yi?

Tam tersine dayım İttihat ve Terakki’ye çok düşmandı, can düşmanıydı. Ben felsefeci olduğum için aklımla iş görmek zorundayım. İttihat ve Terakki’nin büyük iyilikleri olmuştur, büyük kötülükleri de olmuştur. Hiçbir şey mutlak iyi ya da kötü değildir. Bir tek mutlak kötülük vardır o da ırz düşmanlığı ve masumları katletmek. Ben büyüklerimden dolayı yakından tanıyorum İttihat ve Terakki’yi. Tarih sadece yazılanlardan ibaret değil, büyük ölçüde kulağa fısıldananlarda da tarih vardır ve belki de ağır basar. Ben yakın tarihi o anlamda çok iyi biliyorum. Büyüklerim yakın tarihi yaşamış kişiler. Birinci dereceden bazı bilgileri almışlığım var. Ama bunları size belgelerle kanıtlayamam. Tarttığımızda İttihat ve Terakki’nin olumsuz yanları ağır basıyor.

Kötü yanları bizim çıkarlarımıza ters düşenlerle çok fazla iş birliği yapmasıdır. Bu kötü niyetten de olabilir. Bilmiyoruz niyetler insana kapalıdır. Allah bilir. Tecrübesizliğin getirdiği ahmaklıktan da olabilir. Çünkü aklı besleyen tecrübedir. Dolayısıyla genç ve tecrübesiz insanların çok sorumlu mevkilere bir an önce gelmeleri zararlıdır. İttihat ve Terakki’nin liderleri genç insanlardı. Tecrübeleri yoktu. Beni en çarpan olaylardan biri Enver Paşa’nın Abdülhamit’e “Biz Balkan devletlerini barıştırdık” demesidir. Abdülhamit de “30 yıldır ben onları birbiriyle kapıştırdım” cevabını vermiştir. Bu Balkanlar’ı elimizde tutmamızı sağlıyordu. Yanlış bir şeye götürmüştür Enver Paşa. İlk bakışta olumlu bir şey. Ama barıştıklarında bir araya gelip sana karşı oluyorlar.

Türklere geçmişini unutturdular

İslam medeniyetinin Türk’ün başını çektiği İslam alemi tarafından kurulabileceğini söylüyorsunuz ama diğer taraftan da “Omurgasızlaştırılmış Türklük” diye bir kitabınız var. Neden Türkler?

Bunu herhangi bir milliyetçilik, kavmiyetçilikle değil, tamamıyla tarihin gözlemlenmesinden çıkardığım sonuçla söylüyorum. Ben hiç sevmem kavmi milliyetçiliği, etnik milliyetçiliği. Son bin yıldır İslam’ı korumuş ve kollamış bir birimdir Türklük. Selçuklulardan başlayarak özellikle Osmanlı’nın yaptığı olay Müslümanlığı sırtlamak, iyi kötü götürmektir. Özellikle Osmanlı dedim çünkü tarihin en netameli, en zor, en sorunlu döneminde İslam’ı 600 yıl yaşatmıştır.

Türklük’ten kastınız aslında Osmanlı o zaman?

Evet, Osmanlı. Onun çekirdeğini Türkler oluşturduğundan ötürü öyle söylüyorum. Osmanlı hanedanı özde Türk’tü. Başkası yapamaz diye bir mesele yok. İslam’ı yıkmak için başını ezmek gerektiğini düşündü düşmanları, o başlar da Türklerdi. Onun kafasını ezdiler önce. Nasıl ezdiler? Geçmişini unutturarak, bunaklığa mahkum ederek. Çünkü insanın varlığı hafızasındadır. Hafızasını kaybetmiş biri insan olmaktan çıkar. İnsan değildir. Komada olan birine artık insan diyemezsiniz. Biyolojik faaliyetlerini sürdüren bir canlıdır. Omurgasızlaştıran Türklük derken bunu kastediyorum.

İslam medeniyeti yeniden kurulurken kullanabileceğimiz temel referans noktaları neler?

Birincisi dinin temel müracaat noktaları var. Bunların başında Kur’an, hadis, sünnet geliyor sonra tarihi devirlerde İslam devletlerinin yaşama süreçleri geliyor. Bu müracaat noktalarının en önemlisi dinin bize bastırdığı -Dinin baskısı çok açıktır. Öbürü gibi sahtekarlık değildir- şudur; kul kula kul olamaz. Başka bir deyişle insanın insanı sömürmesi yasaktır. Bunun sembol adı faizin yasak olmasıdır. Yani bu bankaya gidip para yatırıp daha fazlasını geri almak gibi teknik bir konudan ibaret değil. Bunun adı “başkasının alın teriyle edinilmiş servet haram”dır. Buna şimdi rant deniyor. Bu yasak. Bugünkü düzen bunun üzerine kurulmuştur. İkisi birbirine zıttır.

İslam medeniyetinde nasıl işliyor sistem?

Geçmişte toplumcular, sosyalistler İslam’a benzer bir ifade kullanıyorlardı. Ama maneviyatı olmayınca 3 günde iskambil kağıdından inşa edilmiş bir ev gibi yıkılıverdi. Maneviyatın önemi, çıkarını düşünmeden hareket etmektir. “Allah rızası için” denilen olay kimseye hizmet etmeden ödevini yerine getirmektir. Çünkü birine hizmet ettiğinde karşılığını beklersin. Oysa ödev ahlakında karşılıksız hizmet söz konusudur. İslam’ın öngördüğü de budur. Bütün hayatı kapsayan ve karşılıksız hizmet. Bu noktayı elden kaçırdığımızda ahlak elden gider. Bu devir bizi bu noktaya getirmiştir. Bu saatten sonra karşılıksız iş görme diye bir şey yoktur. Müslümanlıkta hak-ödev denklemi yoktur sadece ödev vardır. Bütün doku bu yapının ortaya çıkmasına yöneliktir. Bütün sular bu ahlak nehrine akıyor. Halis ahlak budur. Bu sana bana bir yarar getirmez bize getirir, biz birbirimize hizmet ediyoruz. Benmerkezciliği yıkan, ortadan kaldıran bir olaydır. Sermayecilik ise bencilliği, benmerkezciliği temel almıştır.

Özal’la birlikte İslami yaşam buharlaştı

Çağımızda bir var olma sıkıntısı yaşadığımızı ifade ediyorsunuz. Bu bağlamda İslam medeniyetinin durumu nedir?

İslam medeniyeti son buldu. Bugün İslam medeniyetinden söz etmek mümkün değil. Büyük medeniyetlerin sona ermesi topyekün ortadan kalkması anlamına gelmiyor. Şurada burada o medeniyete ilişkin bir yaşama tarzı bölük pörçük devam ediyor. Son 20 yıldır, garip bir tezat, Turgut Özal’la birlikte bu İslami yaşayış buharlaştı Türkiye’de. Muazzam bir çağdaşlaşma baş gösterdi.

Özal’ın dindar bir siyasetçi olduğu bilinir aksine!

Ben de tezat dedim zaten. Özal’ın böyle bir niyeti var mı yok mu bilemeyiz. Zaten tuhaf bir şeydir, insanların niyetlerine göre şekillenmiyor her zaman. Niyet etmediğiniz bir istikamete de yönlendirebiliyorsunuz. Bunun tarihte çok önemli iki örneği var. Martin Luther Hristiyanlığı kurtarmaya çalışırken batırdı. Gorbaçov Sovyetleri kurtarmak isterken parçalanıverdi.

Özal’la İslami yaşayış nasıl buharlaştı?

Türkiye’yi İslamsızlaştırmak gibi bir derdi yok. Bu ondan çok daha önce baş göstermiş bir olaydır. Ama çağdaşlaştırma hamlesinde Türkiye’yi geleneklerinden iyiden iyiye koparmıştır. Bu çağdaşlaştırma hamlesi, teknik deyişle, sermayeci dünyaya iyice bağlanması, kilitlenmesi anlamına geliyor. 70’lerin sonu 80’lerin başında Avrupa ve Amerika müthiş bir sermayeci sürece boğulmuştur. Bunun iki kahramanı var. ABD’de Ronald Reagan, İngiltere’de de Margaret Thatcher. Bunlar 60’larda tavsamaya yüz tutan sermayecilik düzenini yeniden ateşlediler. Türkiye’de de 3. ayağı oluşturan Özal dönemiydi. Sermayeciliğe ayak uydurduğunuz ölçüde çağdaşlaşıyorsunuz. Çağdaşlaştığınız ölçüde İslam medeniyetine uzak düşüyorsunuz. Bu neredeyse matematik bir kesinlik şeklinde karşımıza çıkıyor.

Küreselleşmenin de etkisi var mı?

Hepsi çakışan şeyler. Sermayeciliğin çağımızda aldığı biçim küreselleşmedir. Küreselleşme emperyalizmin yeni adıdır. Bazen adlar pörsür, eskir kullanmak istemezler. Emperyalizm ad olarak tatsız bir hal alınca onun yerine taze pişmiş bir ekmek gibi taze küreselleşme var. Bu da tıpkı basımdır.

Umutsuz gibi görünseniz de, yeni bir medeniyet tasarısı tersim edebiliriz diyorsunuz. Nereden yola çıkmalıyız?

Malzemesini tüketen bir yıldız genişler şişer, kaybettiği malzemeyi yeniden tedarik edecek gücü kalmaz ve gittikçe çöker. Sonunda parlak bir cüce olur kalır. Saçtığı malzemeden yerçekimi yasası gereği yeni bir yıldız ve gezegenler oluşur. Medeniyetlerde de benzer. İslam medeniyeti de yaşadı, gelişti, öldü. Onun bıraktığı bir malzeme topluluğu çokluğu var. İslam medeniyeti Müslümanlık dini ile bir ve aynı şey olmamakla birlikte Müslümanlıktan türemiştir. O din duruyor. Medeniyet çerçevesinde değil ama tek tek bireylerin hayatında varlığını sürdürüyor. Bu dinin bildirdiklerinden ve o dinden doğmuş olan medeniyetin bıraktıklarından hareketle yeni bir medeniyet modeli inşa edilebilir. Olacak demedim, yapılabilir, mümkündür dedim.

Neden bu kadar zor?

İçinde yaşadığımız medeniyetin olağanüstü bir baskıcılığı var. Bugünkü medeniyet çok sahtekardır, yalancıdır. Baskıları kaldırıyorum iddiasıyla tarihte görülmemiş bir baskıcılığı yürütüyor. Sovyetler dağılınca yaşam seviyesi çok düştü. Aç kaldılar. İyi yetişmiş insan gücü var. Hanımları çok güzel. Bunları seni memur yapacağız, çocuk bakacaksın diye kandırıp fuhuşa soktular. En kötü, en korkunç, aklın havsalanın alamayacağı bir felakettir fuhuş sanayii. İnsan haysiyetinin en ayağa düşmüş halidir. Buraya götürdüler kadınları. Neler vaat edildi ve nereye götürüldüler ve bir kere de kapıldıktan sonra kurtulamıyor. Bizim sermayecilik ideolojisine bağlı çağdaş düzen karşısındaki durumumuzu bu aldatılan kadınlara benzetebiliriz. Vaatler dehşet, gösterilen çok müthiş, fakat yaşanılan bambaşka. Bugün başka bir medeniyet olmadığı için yeryüzünde, günümüzde ona bakıp da buradaki yaşamımızın dramının farkına varamıyoruz. Karşılaştırma imkanımız yok.
Konuşan: Emeti Saruhan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.